Ali Mert Hangül
Daha önce gittiğim, oradaki ekiple çok iyi anlaştığım ve her gittiğimde huzur bulduğum Poitiers’de olacak olan bir projeye çağrı olduğunu gördüğüm zaman gerçekten çok heyecanlandım. Hemen en yakın arkadaşım Levent ile beraber başvuru formunu doldurduk. Fakat o dönem Türkiye Fransa’nın kırmızı listesindeydi ve ülkeye Türk kabul etmiyorlardı. Projenin başlamasına yaklaşık 5 gün vardı ve biz projeye dahil olma konusunda ümidi kesmiştik ki ANKA Gençlik Derneği’nden bir telefon aldık. Ülkeye girememe ihtimalini göze aldığımız taktirde Fransa yolculuğuna çıkabilirdik. Hiç vakit kaybetmeden uçak biletlerine bakmaya başladık. Bizi öğlen saat 12’de aramışlardı ve en ucuz uçak bileti (harcama limitini aşmamak amaçlı) aynı günün gecesi saat 5’te idi. Yani yaklaşık 2 saat içerisinde Fransa macerasının içerisinde bulduk kendimizi. Çantalarımızı hazırladık, ailelerimize haber verdik, projenin başlamasına 3 gün kala hiçbir plan olmadan yola koyulduk.
Paris’e indiğimiz zaman uçakta biz hariç herkesin Fransa vatandaşı olduğunu anladık fakat ANKA Gençlik Derneği’nin bizim için hazırladığı davetiyeler sayesinde yarım saat sorguya çekilsek de sorunsuz bir şekilde Fransa’ya girebilmiştik. Paris’te daha önce de bulunduğum için yol bulmada bir sorun yaşamayacağımızdan emindim fakat yolun sonu konusunda büyük sorunlarımız vardı. Bildiğiniz sokakta kalmıştık. “Yurt dışında Türkler ile kim ilgilenir?” sorusunun cevabını kafamızda hızlıca cevaplayarak Paris Türk Konsolosluğuna gittik. Orada tanıştığımız Türk arkadaşlarımız bize ucuza kalacak yer ayarladılar, yemek yiyebileceğimiz yerleri, gezebileceğimiz yerleri gösterdiler. Paris’te geçirdiğimiz büyüleyici 3 gün sonunda geceyi garda geçirme kararı aldık. Fakat Paris’te sokağa çıkma yasağı olduğundan dolayı garda kalmamıza askerler izin vermedi ve biz ikinci kez sokakta kaldık. Hemen tekrardan dernekle iletişime geçtik ve sokakta kaldığımızı belirttik. Bizi Paris’te yüksek lisans yapan Çağdaş Bey’in evine yönlendirdiler. Çağdaş Bey bizi gerçekten çok samimi karşıladı ve Paris’te yaşam hakkında sabaha kadar süren mükemmel bir sohbetin içerisinde bulduk kendimizi.
Ardından sabah tren ile Poitiers’e ulaştık. Daha önce Poitiers’e girişimcilik konulu bir Erasmus+ projesi dahilinde geldiğimden dolayı buradaki görevliler ile tanışıyorduk. Bizi gerçekten çok sıcakkanlı ve içten karşıladılar. Gün boyunca üniversite kampüsünü gezdik ve yeni insanlarla tanıştık. Gün sonunda ise konaklayacağımız otele yerleştik. Ertesi sabah herkesin ülkesindeki ırkçılığı anlattığı bir etkinlik yaptık. Biz Kıbrıs’taki Türklerin yaşadıkları ayrımcılığı ve ırkçılığı anlattık. Bir sonraki gün ekiplere bölünerek ırkçılığa ve ayrımcılığa dikkat çekmek amacı ile son gün kampüste sunmak amaçlı tiyatro müzikal veya kısa film yapma hazırlıklarına başladık. Ekip olarak kısa film yapmaya karar verdik ve filmde ırkları ve etnik yapıları yüzünden kavuşamayan 2 aşığı işledik.
Proje boyunca Fildişi Sahilinden gelen aşırı tatlı bir aşçımız ardı ve bize Fildişi Sahilinin en güzel ve en farklı tatlarını tatma imkanı tanıdı. Projenin 6. günü “Futuroscope” isminde bir yere gittik. Disneyland ile aşırı benzer olan yerde gerçekten inanılmaz anılar biriktirdik ve eğlendik. Son gün yapılan sunumlar sonrası arkadaşlarımız ile vedalaşarak biraz buruk bir şekilde ülkemize ve evimize döndük.
Ülkemizde yaşanan ekonomik sıkıntıların ve kur krizlerinin etkilerinin gölgesinde gençliğimizi yaşamak, gençliğimizde farklı ülkeler görmek, konusu ne olursa olsun farklı ülkelerden gelen insanlarla fikir alışverişi yapabilmek, onlardan eğitim almak paha biçilemez birer fırsat. Ve bu saydığım fırsatları her Erasmus+ projesinde başarabilirsiniz. Umarım bu blogu okuyan arkadaşlardan biriyle farklı bir ülkede gerçekleşen projede karşılaşırım.