Herkese merhaba! Ben Melike Pala. Ankara Üniversitesi Gazetecilik ve Sosyoloji bölümü öğrencisiyim. Hamburg’da katıldığım şiddete farkındalık konulu Erasmus+ projesi için pek çok ilki barındırıyordu. Benim için eşi benzeri olmayan bu deneyimi anlatmaya nereden başlayacağımı ve duygularımı en eksizsiz biçimde nasıl tarif edeceğimi bilmiyorum. Hamburg’da katıldığım “Focus on Youth and Urban Violence” Erasmus+ Youth Exchange Projesi hem katıldığım ilk Erasmus+ projesi olması açısından hem de ilk kez Almanya’ya gidecek olmak açısından pek çok ilki ve heyecanı barındırıyordu. Bir hafta boyunca kişisel çevremizdeki, ülkemizdeki ve dünyadaki görünen ve görünmeyen şiddeti konuştuğumuz, üzerine düşündüğümüz ve tartıştığımız bu projede gençler olarak neler yapabileceğimizi, neler yapmamız gerektiğini dans ederek konuştuk.
31 Ağustos-9 Eylül tarihleri arasında gerçekleşen projeye İtalya, İspanya, Romanya, Almanya, Fransa ve Türkiye olmak üzere 6 ülkeden toplam 27 katılımcı katıldı. Katılımcıların yaşlarının 18-25 arasında değişiyor olması sayesinde jenerasyon farkı bulunmayan bir ekiptik ve bu nedenle ortak paylaşımlarımızın fazla olduğunu söyleyebilirim. Şiddet hakkında farkındalık kazanıp yeni perspektifler edinirken aynı zamanda bol bol eğlenmeyi ve gülmeyi de unutmadık. Bir hafta süren proje boyunca çeşitli workshoplar yaparak şiddetin biçimlerini tartıştık, kendi ülkelerimizde var olan şiddeti ve bununla mücadele yollarını konuştuk, hayatta neyin iyi neyin kötü olduğuna hatta tek geçerli bir iyi ve kötü olup olmadığına kafa yorduk, hayalimizdeki dünyayı tasarladık, farklılıklarımızdan yeni bilgiler ve deneyimler öğrendik, farklılıklarımıza saygı duyduk, ayrıcalıklarımızın farkına vardık, eşitsizliklerin ve şiddetin sona ermesi için elimizden gelen mücadeleyi verme kararı aldık.
Her workshop için ayrı ve karma gruplar oluşturulması sayesinde katılımcıların her biriyle tanışma ve konuşma şansı bulduk. Herkes birbiriyle en az bir sohbet, kahkaha, gülümseme ve içtenlik paylaştı. Yaptığımız dans workshopları sayesindeyse bazen hiç konuşmadan, bazen gözlerimizi kapatarak bazen de sadece beden hareketleriyle birbirimizle iletişim kurarak anlaştık. Proje boyunca beni en çok etkileyen şey de sanırım buydu: Birbirini daha önce hiç tanımamış ve görmemiş 27 kişinin bu kadar uyumlu bir birliktelik kurmuş olması. İki gün dans eğitmeni ve aynı zamanda profesyonel dansçı olan birisinden dövüş sporlarının dansla nasıl birleştirileceğini, bunun yanı sıra bedenimizi enstrüman olarak kullanmayı, sadece kendi bedenimizi değil yanımızdakinin de bedenini hissetmeyi, 27 elden tek bir ses çıkarmayı, böylece bir bütün olmayı öğrendik. Bize dansla nasıl birliktelik kuracağımızı gösterdi ve başarılı da oldu. Çünkü birbirini hiç tanımayan bu insanlar dans boyunca hiç konuşmadan birbirleriyle en güzel iletişimi ve ilişkiyi kurmayı başardı. Bir diğer dans workshop’umuzda ise her ülke ekibi, kendi ülkesinden bir dansı diğer katılımcılara öğretti. Hem birbirimizin kültürlerini yakından öğrenirken hem de keyifli vakit geçirdik. Proje katılımcılarından bir arkadaşımızın gerçekleştirdiği son dans workshop’unda ise konuşmak yasaktı. Yalnızca bakışlarımız ve beden hareketlerimizle bizimle dans etmesi için diğer kişileri ikna etmemiz ve bir ahenk oluşturmamız gerekiyordu. Workshop’tan sonra videoları izlediğimde yarattığımız uyumu görünce hayran olduğumu söylemeliyim.
Projenin temel amacı dans aracılığıyla şiddete karşı bir farkındalık oluşturmak olsa da sadece bununla da sınırlı kalmadık. Kendimizi ayrıcalıklara sahip ve sahip olmayan insanların yerine koymaya çalışarak, onların hayatlarını hissettik ve üzerine konuştuk. Hayatta herkes tarafından kabul edilecek tek iyi ve kötü olup olamayacağı üzerine tartıştık, hayatın bize ne kadar çok ihtimal ve koşul sunduğunun farkında vardık. Cinayet nedeniyle 19 yıl hapishanede kalmış, 5 senedir şartlı tahliyede olan ve son 1 senedir tamamen özgürlüğüne kavuşan eski bir mahkumun hayat hikayesini dinleyerek şiddetin bir sarmal gibi kendini büyüttüğünü ve kişi bunu sona erdirmek istemezse hep devam edeceğini fark ettik. Bizimle hayat hikayesini paylaşan kişinin dediği gibi, “Şiddet verirsen karşılığında şiddet alırsın.” Şiddeti tercih etmemek, şiddet gördüğümüzde bunu sonlandırmak hepimizin elinde. Yaptığımız bir workshop’umuzdaysa her bir grup kendi hayalimizdeki dünyayı tasarlayarak bu dünyanın gerçekleşmesi için ne yapabileceğini konuştuk. Eğitmenimizin de dediği gibi, “Elimizde büyük bir güç var ve bu güçle istediğimiz her şeyi başarabiliriz.”
Bir haftalık proje sürecinde ayrıca üç lokal sivil toplum örgütünü tanıma şansı bulduk. Bunlardan ilki HIV+ kişiler için çalışan bir STK idi. Bize HIV+ ve AIDS hakkında temel bilgilendirmeler yaparak, kuruluşun faaliyetlerinden bahsetti. Bir diğer sivil toplum örgütü ise, Almanya’daki göçmenlerle çalışan bir gençlik örgütüydü. Bu örgüt Almanya’ya çeşitli ülkelerden göç eden gençlerle çalışıyor, kültürel ve sosyal etkinlikler yapıyor. Faaliyetlerini ve kim olduklarını anlattıktan sonra birlikte bir workshop gerçekleşirdik. Bu workshop’ta ülkemizdeki göçmenlerden, göçmenlerin ihtiyaçlarından, entegrasyonun mümkün olup olmadığından ve entegrasyon dediğimiz şeyin aslında ne olup ne olmadığından ve kimliğimizi tanımlayan şeyin pasaportumuz olup olmadığından konuştuk. Pek çok farklı ve yeni fikrin konuşulduğu bu workshop’ta zamanın nasıl geçtiğini anlamadık desem, abartmış olmam. En nihayetinde her ülkenin bir göçmen ülkesi olduğu, göçmenlerin tüm temel insan haklarından faydalanmaları gerektiğinden, entegrasyon sağlanırken asimilasyon yapılmamasından ve kimliğimizin pasaport gibi resmi bir evrak ile değil bizimle ilgili olduğunda hemfikir olduk. Tanıştığımız son sivil toplum örgütü ise, aynı zamanda misafirhanesinde kaldığımız Dock Europe idi. Dock Europe, kültürel ve sosyal faaliyetler yürüten bir STK. Bize de olduğu gibi Erasmus+ projeleri için kapılarını pek çok uluslararası kuruluşa açıyor.
Proje boyunca yaptığımız workshop’lar sayesinde hem yeni bakış açıları duyarak düşünecek yeni konular bulurken hem de oldukça keyif aldık. Ancak güzel vakit geçirmemiz için proje ev sahibi kuruluş de kimi planlar yapmamış değildi. Bunlardan birisi ve belki de en güzeli, kano sürmeye gitmekti. Bu planı duyduğumda yüzme bilmediğim için ilk korkmuş olsam da kano sürmeye başlayınca hissettiğim rahatlık ve huzur nedeniyle “iyi ki binmişim!” dedim. Kano gezimizin sonlarına doğru kimi arkadaşlarımız maalesef göle düşmüş olsa hepimizin için daima tebessümle hatırlayacağı harika bir deneyim oldu. Bunun haricinde yaptığımız International Coffee ile katılan her ülkenin kendi yemeklerini ve içeceklerini tattık ve müziklerini dinleyerek bol bol dans ettik. Cultural Night’larda ise her bir ülke kendi ülkesinin sunumunu yaparak bize ülkesini ve kültürünü tanıttı, ülkesine ait oyunlar oynattı. Son günümüzde ise ev sahibi kuruluş bizim için bir veda partisi düzenlemişti. Youthpass sertifikalarımızı aldıktan sonra veda partimizle son kez birlikte güldük, dans ettik ve uzun uzun sohbetler ettik. Son gecemiz olması nedeniyle herkes biraz buruk ve üzgün olsa da harika geçen bir haftanın ve edilen arkadaşlıkların mutluluğu da herkesin yüzünden okunuyordu.
Hamburg’un oldukça soğuk ve güneşsiz günlerinde geçen bir haftalık proje sonunda içimi ısıtan arkadaşlıklar edinmenin yanı sıra, kendime unutulmayacak anılar yarattım. Biliyorum ki, herhangi bir kitap sayfasında, televizyon haberinde, bir filmde veya duvar yazısında “Hamburg” yazısını gördüğümde her zaman yüzümde büyük bir tebessüm, kalbimde ise sevgi oluşacak. İlk projem olması nedeniyle bolca tecrübesizlik ve utangaçlık hissetmiş olsam da, orada geçirdiğim günler bana devam etmem gerektiğini hissettirdi. Daha fazla kendimi geliştirmem, daha fazla insanla tanışmam, daha fazla bu gibi sosyal sorumluluk projelerine katılmak için bir motivasyon kaynağı oldu. Aynı zamanda proje bitiminde, son zamanlarda hissettiğim umutsuzluk ve yılgınlık halimin de sona erdiğini fark ettim. Özellikle gençler olarak, ülkemizi ve tüm dünyayı değiştirme gücüne sahibiz. Bu proje bana sahip olduğum gücü tekrar hatırlama, hissetme ve onu kullanmayı hatırlattı. Türkiye’ye daha güçlü ve gelecekten umutlu bir Melike olarak döndüm. Hayatıma dokunan her bir insana teker teker teşekkür etmekle beraber, en büyük teşekkürü bana bu deneyimi yaşama imkanı tanıyan ANKA Youth Association’a etmeliyim. Bana yeni bir dünyanın kapılarını araladığı ve gerçekten de “beni Dünya ile birleştirdiği” için çok mutlu ve şanslıyım. Artık peşini bırakmayacağım bir tutkum olduğunu biliyorum. Siz de hayallerinizi gerçekleştirmek, yeni kültürler ve insanlar tanımak için adım atmaktan çekinmeyin, kendi sınırlarınızı zorlayın ve daima ileriye gidin. Bunu yapmak için ANKA, harika bir yer!
Melike Pala